5 KITA 1 TİKA: TÜRKİYE'NİN KALKINMA VE İŞBİRLİĞİ HAMLELERİ 02.04.2018

TİKA Başkanı Dr. Serdar Çam 15 Mart'ta, Siyasal Söyleşileri kapsamında İstanbul Medeniyet Üniversitesi Öğrenci Konseyi'nin konuğu oldu. Dr. Çam, konuşmasından önce İstanbul Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İhsan Karaman ile görüştü.

SORU- Başkanım, TİKA tam olarak ne için var, ne iş yapar? İlk önce TİKA’yı tanımlayarak başlayalım, sonra faaliyetlerimizden bahsedelim. 
 
Öncelikli olarak çok teşekkür ediyorum davetinizi yapmanızdan dolayı. Uzun zamandır gençlerle birarada olmamıştık, bu vesileyle sizlerle olmaktan dolayı çok mutluluk duyuyorum. 
TİKA 1992 yılında kurulmuş ve bugün artık 26. yılındayız, 25 yıl aradan geçmiş bulunuyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte başlayan bir ihtiyaç çerçevesinde Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine, kardeş konumunda olan Türk ülkelerine yatırım yapmak, yardım etmek ve Türkiye’nin tecrübesini aktarmak üzere bir çaba içine girmiş Türkiye. O yıllarda bakıldığında Türkiye’nin de kendine göre ihtiyaçları, verebileceği imkanlar ve katkılar sınırlı. Ama temel olarak o günden bugüne TİKA’nın gelişimi de hep ihtiyaçlara göre gelişmiş. O dönemde 7 ülkede ofis açılmış, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Azerbaycan gibi ülkelerde, ama çok hızlı bir şekilde aradan geçen 3-5 sene sonra Balkanlar’da birkaç ofis açılmaya başlanmış. Niye? Çünkü o zaman da Yugoslavya’nın dağılması söz konusu, Saraybosna’da, Karadağ’da ve Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte gelişen yeni ülkelerde birtakım ihtiyaçları karşılamak üzere o bölgede de bir genişleme olmuş. 
Zaman aralığına baktığımızda da, Arap baharı, Afrika’da yaşanan kıtlık, sefalet dendiğinde, Ortadoğu’da, Afrika’da derken bugün artık bütün coğrafyada, neredeyse 5 kıtada 60 ofisiyle 58 ülkede ve 150 ülkenin üzerinde proje yapan bir konuma gelmiş durumda. 
 
SORU- 5 kıta, 150’den fazla ülkede var olan TİKA’nın faaliyet alanları nelerdir? 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Faaliyet olarak aslında hepimizin muhtemelen takip ettiğini düşünüyorum, ama yine de ben burada kısaca özet geçmek isterim, çünkü bu salonu dolduran kardeşlerimizin pek çoğunun yakın ilgi, alakası olduğunu tahmin ediyorum. 
Biz, bir bebeğin anne karnındaki yaşam sürecinin başlamasından ölümüne kadar geçen her süreçte var olmaya çalışıyoruz, Türkiye olarak. Yani doğumhanenin inşa edilmesi, hastanelerin kurulması, mevcut hastanelerin yenilenmesi, ihya edilmesi, hekimlerin, doktorların, ebelerin eğitiminden başlayıp insan yaşamı içinde ihtiyaç duyulabilecek ekonomik, ticari, sosyal, kültürel her alanda desteklemeye çalışıyoruz. Bunun sonunda da, yani o döngünün sonunda da mezarlıkların tadilatı, teşrifatı, gasilhanelerin yapılması, cenaze arabalarının teslim edilmesi de dahil olmak üzere, geniş bir döngüyü tamamlıyoruz. 
Biz bir bakıma Türkiye’nin yaşamış olduğu bütün tecrübeyi, bütün birikimi elimizin yettiğince, imkanlarımız elverdiğince, tabi ki sadece TİKA olarak da değil, yani burada onu da ifade etmek isterim, TİKA adı üstünde koordinasyonu sağlayan bir kuruluş olarak da görev yapıyor. Devletimizin bütün kapasitesini aktarmaya çalışıyoruz, yani bakanlıklar, Tarım Bakanlığı, hayvancılık alanı, sağlık, eğitim, kültür, ticaret, ekonomi, maliye, her alandaki bürokratların diğer ülkelere kendi tecrübelerini aktarması üzerine kapasite eğitim çalışmalarımız, tecrübe paylaşımlarımız oluyor. 
Bunun haricinde, tabi ki bir de STK işbirliklerimiz var, sivil toplum örgütlerimizle, ki bugün salonumuzda önemli STK’larımızın temsilcileri de burada, onlarla birlikte, onların yapmış olduğu tecrübeleri aktarma noktasında ve katkı verme noktasında da çalışmalarımız var. 
Biraz önce filimde de ifade edildi, ortalama 2.000 kadar proje yapıyoruz küçük ve büyük ölçekli olmak üzere. Bunun içinde büyük hastane projesi de oluyor zaman zaman, çok küçük bir sağlık merkezinin bir ekipman ihtiyacı da aynı şekilde bir proje kapsamında olabiliyor, ama yıllık 2.000 tane, ortalama 5-10 proje her gün gün başladığında veya bittiğinde tamamlanmış oluyor. 
Somali’de Özgür Beylerin katkılarıyla, daha doğrusu bizim onlara önerdiğimiz katkılarla onlar yapıyorlar, çok güzel çalışmalar yapıldı, seracılık çalışmaları var. Bir üniversite kuruldu, üniversitenin bünyesinde üretilen sebze ve meyveleri satıyorlar ve üniversiteye gelir oluşturulabiliyor. Hastane projelerimiz, yol projelerimiz gibi çeşitlendirdiğimiz zaman, bütün altyapı ihtiyaçlarını, kültürel varlıkların korunması, restorasyon çalışmaları, okul ihtiyaçları, mesleki tecrübelerin kazanılması, üretim imkanları, istihdam imkanlarının arttırılmasıyla da ilgili projeler olmak üzere yüzlerce alanda çalışmamız mevcut. 
 
SORU- 5 kıtadan bahsettik, Türk ve Müslüman orjinli ülkelere daha mı çok yardım yapılıyor? Yani nerede, ne kadar yardım yapılacağını neye göre belirliyorsunuz? 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Bunun en pratik, en güzel cevabı, nerede Müslüman varsa orada bir mazlumiyet var, bir zulüm var, bir acı var, onun için zaten doğal olarak nerede sıkıntı en fazlaysa biz oraya gidiyoruz. Hakikaten büyük bir zulüm belli bir kesime olmuş olsa oraya da gideriz. Yani bizim geçmişimizden gelen ahlakımız, adaletimiz bu manada mazlumun yanında her zaman olmayı gerektirmiş. Onun için insanların dinine, diline, ırkına bakmaksızın, nerede bir mazlum varsa onun gözyaşını silmek üzere orada olmaya çalışıyoruz. Doğal olarak yakın coğrafyamızdan başlayarak çok geniş yelpazede geniş ülkelere doğru gittiğimizde, hep mazlumlar, maalesef bugün geldiğimiz nokta hepinizin de malumları olduğu üzere Müslümanlar. Libya’sı, Yemen’i, Filistin’i Arakan’ı ve de daha sayamadığımız binbir çeşit beldedeki mazlumların konumuna bakıldığında ortak payda bu. Dolayısıyla burada olay sadece kendiliğinden gelişen doğal bir yetersizlik veya doğal bir mazlumiyet değil, sistematik bir şekilde bu dünyada şu anda yapılan birtakım çalışmalar var ve bu çalışmalar neticesinde de yardımların ortaya çıkması gerekiyor. 
 
SORU- Oralardan mı bir talep geliyor, yoksa TİKA bir saha araştırması yapıp kendisi mi teklif götürüyor? 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Genelde biz talep odaklı çalışıyoruz, şu anki masamızdaki talepler o kadar yoğunlaştı ki, birtakım gelişmiş ülkelerdeki gibi oturalım da bakalım acaba biz bu ülkelere nasıl bir çalışma yaparsak daha iyi olur deyip yıllarca, aylarca bir araştırma çalışması yapma lüksümüz yok. Pek çok İskandinav ülkelerinde, Batı ülkelerinde belki yıllara sari çalışma yapıyoruz, acaba bu ülkede şunu mu yapsak, bunu mu yapsak? Belki de doğrusu o, yani sistematik bir şekilde, prensip ve disiplinli bir şekilde bir makro plan yapıp, ondan sonra onun altını dolduracak mikro planları yapıp çalışma yapmak. Ama bizim böyle bir imkanımız, lüksümüz yok. Yani daha dudaklardan çıkan sözler yerine getirilmesiyle ilgili süreç arasında geçen zamana baktığımızda birkaç gün olabiliyor, birkaç hafta olabiliyor. Bundan dolayıdır ki pek çok meselede, pek çok sıkıntıda ilk ulaşan Türkiye oluyor, yani ya TİKA oluyor, ya AFAD oluyor, ya Kızılay oluyor ya da herhangi bir STK’mız oluyor ve bir şekilde oraya müdahale edip katkı vermeye çalışıyor. 
Biz gönülden bir şeyler yapmaya çalışan bir milletiz, devletiz ve karşılığında da bir şey beklemiyoruz. Ama siz şöyle bir yaklaşımla bakarsanız: Biz nasıl bir plan yapalım ki bunlara yardım ediyormuş gibi yapalım, ama öbür taraftan da bunlara mal satalım, teknoloji satalım, borç verelim, kredi hattı açalım ve bu şekilde onları kendimize bağımlı bir şekilde devam ettirelim. Bunun planıyla hareket ederseniz, bunu uzun soluklu planlamanız gerekiyor, ona göre insan kaynağına yatarım yapmanız gerekiyor ve harcamış olduğunuz önemli bir rakamı da oradaki kendi insan kaynağınıza maaş veya işte çeşitli harcamalar olarak vermeniz gerekiyor. 
Dolayısıyla Türkiye’nin aslında şu anda yapmaya çalıştığı şey, ki bugün en yakınında en basit ve en güncel konu olarak Afrin’deki mesele de dahil olmak üzere, ateşi söndürmeye çalışıyor. Yani tabiri caizse hepimizin elinde bir yangın söndürücü var, nerede ateş çıkmışsa oraya o yangın söndürücüyle gitmemiz gerekiyor. Bunu çok daha belki kapsamlı bir çalışmayla daha sistematik daha etkin bir şekilde yapmak mümkün mü? Mümkün, ama bunu 5 sene sonra yaptığınız zaman belki orası yanmış, bitmiş, tükenmiş olacak. Önemli olan, bugün ve o anda işi çözebilmek. Onun için de Türkiye’nin böyle bir pratik yönü var, bize ne talep geliyor ise biz hızlı bir şekilde onları planlıyoruz. Tabi burada diplomasinin ve siyasetin etkinliği ve liderliği de önemli.  Eğer normalde sadece bir teknokrat mantığıyla bakacak olsak, deriz ki bütçem bu kadar, param bu kadar, işte yapmam gereken çalışmalar da budur, Arakan için şunu yapayım, Filistin için bunu yapayım falan gibi belli bir disiplinde yapmaya çalışırsınız. Ama siyasi liderlik devreye girdiğinde, patronajlık devreye girdiğinde bu çok daha güçlü bir ivmeyi ve rüzgarı gerektiriyor ve bir anda şunu şuraya şu şekilde yapalım şeklinde, ki en başta Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat müdahaleleri, bizzat talimatları bu konuda etkin oluyor ve bizleri mobilize edebiliyor, ona göre bütçesini, imkanları da ek olarak tahsis ettirebiliyor. O zaman tabi çok daha güçlü ve etkin bir şekilde biz sahada çalışma yapma kapasitesine ulaşmış oluyoruz. 
 
SORU- Türkiye TİKA olarak bireysel ve kitlesel olarak bazı yardımlar yapıyor, bunun geri dönüşleri nasıl oluyor? Az önce kendiniz de bahsettiniz, Türkiye bir karşılık beklemeden yapıyor. Ama kötü tecrübelerimiz de var, bazı ülkeler, amiyane tabiriyle, kaşıkla verdiğini kepçeyle geri almak gibi düşünceleri de var. Mesela kısa bir süre önce Cumhurbaşkanımız bir Afrika turu gerçekleştirdi, Cezayir’deyken Cezayirli bir gazeteci Cumhurbaşkanımıza Osmanlı’yı kast ederek Türkiye burada bir sömürge devleti miydi sorusuna Cumhurbaşkanı da aslında güzel bir cevap verdi, eğer Türkiye burada bir sömürge devleti olmuş olsaydı sen o soruyu bana Fransızca değil Türkçe sorardın. Bu ya da buna benzer bir tepkiyle karşılaşıyor mu TİKA yardım yaptığı bölgelerde? 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- 
2017 rakamları daha kesinleşmedi, ama 2015 ve 2016’da kişi başı milli gelire oranla insani yardımlarda Türkiye dünyada birinci oldu. Son 2016’daki rakamlara göre Amerika birinci, biz ikinci olduk. Bu sene belki sadece milli gelire oranı da değil, yani en fazla yardımı yapan belki Türkiye olacak, öyle bir beklentimiz de var, ama daha kesinleşmedi. Bu şunu gösteriyor: Yani hesap kitapla yapılmıyor bu iş, bir yangın var, bir acı var, bir ateş var, dolayısıyla herkes bir şekilde elinde eteğinde ne varsa onları katmaya çalışıyor; zekatıyla, fitresiyle, vergileriyle, devlet kendi imkanlarıyla seferber olmuş durumda. Ve işte en başta Suriye’deki yaşanan acı hadiseler başta olmak üzere Afganistan’da, Irak’ta ve pek çok yerdeki yaşanan hadiselere çözüm üretmek üzere bir çaba içinde milletimiz. Bu bize bir kere bereketin önemini ortaya koyuyor. Yani elinizdeki imkanlarla siz dünyada bir anda çok etkin bir konuma gelebiliyorsunuz devlet olarak. Dolayısıyla burada o bereket ortaya çıkıyor ve inşallah onun devamı neticesinde de Türkiye daha çok hadiselere çözüm üretecek. 
Diğer taraftan bunu şüpheyle karşılayan belli bir kesimle de karşılaşıyoruz. Sen bunu niye yapıyorsun bana diyor, yani şüpheci yaklaşıyor. Çünkü bugüne kadar karşılıksız hiç kimse gelip bir şey yapmamış. Burs vermiş, karşılığında birtakım görevlere yerleştirmiş ve oradan ona hizmet etmesini istemiş. Şirketler kurdurtmuş, yeni bir rant ekonomisi oluşturtulmuş. Birtakım imkanları vermiş, işte dediğimiz gibi 1 vermiş 10 almış. Dolayısıyla bunu şüpheyle karşılayan, yadırgayan belli bir kesim var. Yani bunu siz niye yapıyorsunuz, niye bize böyle bir karşılıksız bir şey veriyorsunuz diyen gazeteciler oluyor, münevver, akademisyenleri oluyor, zaman zaman bizi ziyaret eden heyetlere bunları anlatmaya çalışıyoruz ve ikna etmeye çalışıyoruz. 
Geçmişimizden gelen mirasımızın bir evkaf kültürü, vakıf kültürü olduğunu güzel örneklerle vermeye çalışıyoruz. Ama tabii bunu anlayanlar oluyor-anlamayanlar oluyor. Anlamış olsa bile, başka ülkelerin sesi veya onların temsilcisi konumunda oraya geldiği için sizin bu yaklaşımınızı bir şekilde kabul etmiyor. Fakat buradan bir parantez açarak şunu da özellikle vurgulamak istiyorum; geldiğimiz noktayı iyi anlamamız lazım. Çok kaliteli bir şekilde analiz etme kapasitemizin de artmasını sağlamamız lazım. Biz nerede yanlış yapıyoruz? İnsanız, mutlaka bir yerlerde hata yapıyoruz. Biz bir şeylerde yanlış yapıyoruz ki bu rekabet stratejisinde mesafe kat edemeyebiliyoruz. Tarihi süreç içinde baktığımızda özellikle Sayın Dekanımız büyükelçilik dönemlerinde ve akademik çalışmalarından da bu süreçleri çok daha iyi biliyorlar. Ben eminim ki sizlere anlatmış olduğu konferanslarda çok daha kapsamlı bir şekilde örnekler veriyordur. 
İşte Cezayir örneğinde ya da başka bir bölgede verildiği gibi 20-30 sene sonra bir başka gelişmiş ülke orada kendi dilini empoze etmiş oluyor. Çok somut bir şekilde bakıldığında Kıbrıs’tan örnek vereceğim. 
Ben ortaokul, liseyi Kıbrıs’ta okudum. Bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Türkiye gerçek manada kendini anlatabilmiş mi acaba? Türk kültürünü, Türk dilini güzel bir şekilde anlatabilmiş mi? Türkiye’den gelenler ve orada yaşayanlar kendi aralarında iyi bir diyalog kurabilmiş mi? demek ki biz burada birtakım şeylerde yanlışlık yapıyoruz.  
Niye Kavalalı Mısır’da bize karşı geldi, Türkiye’yi işgale kalkıştı. Niye? İşte cezaevinde bile Fransız işgalinden önce artık Osmanlı Paşasını limana sokmamaya, hadi kardeşim git bakayım, biz Osmanlı’ya bağlıyız, ama sana da çok fazla bağımlı değiliz gibi yaklaşım sergiledi. Demek ki o zaman biz ya bürokratlarımızla yapmış olduğumuz teknik yaklaşımlarımızla, iletişim lisanımızla ya da belli şeyleri güzel anlatamadığımız için, çünkü karşı tarafla bir rekabet halindesiniz. Uluslararası evrensel lisana sahip olan, işte Fransızca, İngilizce, Arapça, Farsça, buna benzer dille rekabete girmişseniz, siz de kendi dilinizi en güzel şekilde anlatmak, ikna etmek ve yaymak üzere bir çaba içinde olmanız lazım. İşte biz de Yunus Emre Enstitüsü’nü kurduk.  Çeşitli ülkelerde de Türk dili eğitimin yayılmasına, teşvik edilmesine gayret sarf ediyoruz. 
Tabii tam oturmuş değil sistem, maalesef özellikle bu FETÖ belasından sonra bazı sıkıntılara girmiş oldu. Toparlanmaya çalışıyor, inşallah önümüzdeki birkaç yıl içinde toparlayacağını ümit ediyorum. Biz 7 senedir Somali’deyiz, 2011’de girdik, yıl 2018. Sokağa çıktığınız zaman kaç kişi Türkçe konuşabiliyor acaba? Hani 5-10 kişiyi gördüğümüz zaman çok mutlu olacağız, ama ben en azından orada 5-10 bin kişinin Türkçe konuşuyor olmasını beklerdim. Mesela, bin tane şirketimizin orada aktif olması gerekirdi. Çeşitli kültür faaliyetlerimizin olması gerekiyor. Dolayısıyla yapmış olduğumuz edepli, terbiyeli, düzgün çalışmalar, onlar bizim övünç kaynağımız. Ama uluslararası bir rekabette kafa kafaya çarpıştığımızda, rekabete girdiğimizde eksik durduğumuz noktaları da iyi tespit etmemiz lazım. 
Bunu sizlerin, özellikle sizin neslinizin iyi anlaması ve bununla ilgili neler yapılabileceğiyle ilgili herkes kendine yol biçmesi lazım. Bu olay sadece bir devlet kuruluşunun veya bir STK’nın yapabileceği bir şey değil, bireysel başlaması lazım. Celladına aşık misali eğer siz Kıbrıs’ta insanların Ankara’ya mı, Londra’ya mı gitmek istiyorsun denildiğinde Londra’ya gitmek istediğini veya Rumların pasaportunu tercih edecek bir noktaya geldiğini görüyorsanız, burada Türkiye olarak sizin de eksik kaldığınız birtakım alanlar var demektir. Dolduramadığınız bir boşluk var, o boşluğu bulmamız ve doldurmamız lazım ve hepsini de dediğim gibi devlet eliyle doldurmamız mümkün değil. Onun için gençlerimizin çok daha iyi bir iletişim lisanıyla, iletişim becerisiyle, zekasıyla, evrensel meselelere sosyal medyada başta olmak üzere çeşitli alanlarda okuma kapasitesiyle bunu çözerek; üzerine gidebilecek bir sistem geliştirebileceğini düşünüyorum. Hiç kimsenin kendisini basite, hafife almaması lazım. Bugün sizin gibi bin tane bu manada kafasını bu işe yormuş genci bulduğunuz zaman, bin kişiyle bile Kıbrıs meselesinde iletişim sorununu belli bir noktaya getirebilirsiniz. 
Onun için ben burada bir kurumun temsilcisi olarak bu manada kafa yormanızı özellikle tavsiye ediyorum. Latin Amerika’ya gidiyorsunuz, orada çeşitli ülkelerin sömürge dönemi ve sömürge sonrası dönemine bakıyorsunuz, özellikle başşehirlerine falan bakıldığında muhteşem bir yaşam standardı kurmuş, şehir kurmuş. Yani adam İspanya’yı taşımış, Portekiz’i taşımış oraya, Fransa’yı taşımış. Belli bir elit kesimin orada nüvelenmesi, gelişmesi için dinini, kültürünü, yaşam tarzını, spor merkezini taşımış.
Bugün Mogadişu’da, İtalyanların atmosferi var orada. Bir standart oluşturmuşlar. Niye onu oluşturuyor? Çünkü diyor ki, bana müzahir olabilecek bir elit tabakayı oluşturmam lazım. Benim yediğimi yiyecek, içtiğimi içecek, okuduğumu okuyacak, kitaplarımı, şiirlerimi, duygularımı, filmlerimi, dizilerimizi seyredecek ve benim adıma artık modern hayatı, modern yaşamı, medeniyeti, kültürü, sanatı aktaracak. O zaman biz de mademki bir dünya ülkesiyiz, uluslararası rekabete açık bir ülkeyiz, o zaman biz de buradaki oyuncu olarak, tamam, çirkin yolları kullanmayalım, asla insanın onur ve haysiyetine yakışmayacak hadiselere girmeyelim, ama mademki bir rekabet halindeyiz, o bütün rekabet unsurlarını oluşturalım. Onun için bu parantezi de ben burada açmak istedim, biraz uzun tuttum soruyu. 
Evet, biz karşılıksız yapıyoruz, her şeyden önce biz karşılığın en büyüğünü öbür tarafta alacağımıza inanan bir kültürden geliyoruz. Ve yapmış olduğumuz bütün çalışmalarda da açık ve seçik bir şekilde, bir, Türk kültürünün yayılması, Anadolu’nun kültürünün, Ahi Evran’ın, Bacıyan-ı Rum’un, medeniyetimizin bütün temel taşlarının yurt dışına yayılması için de, “Acaba ben bu vesileye ne katkı sağlayabilirim” diye düşünüyoruz.
Artı, dış ticarette ben buraya nasıl bir ihracat yapabilirim? Kesinlikle hibe politikamızda ithalata dayalı bir şey yapmak istemiyoruz, yani yerli mal varsa. Mesela dün bir brifing aldık, A’dan Z’ye domates salçası tesisi nasıl kurulur, zeytinyağı fabrikası nasıl kurulur, hayvancılık tesisi, süt işleme tesisi nasıl kurulur, buna benzer çeşitli alanlarda Türk makine ekipmanlarının ihracatına dönük Türk yatırımcısının Afrika’ya, Asya’ya, Latin Amerika’ya girmesine dönük belli stratejilere, belli hedeflere mutlaka projelerimizi koymaya çalışıyoruz açık ve seçik. 
Bunu yaparken karşı tarafın ihtiyacını gidermek üzere, onu sömürmek ya da onun bütün imkanlarını kendime aktarmak değil. Bunu açıkça söylüyorum;, ben sana ekipmanları sağlayayım, karşılığında da Türkiye’yle ticaretin artırılmasını beklerim. Türkiye’deki kardeşinle tavukçuluk sektörüyle de, hayvancılık sektörüyle de buna benzer çalışmaları yapıyoruz. Mutlaka tabii ki devletimizin de dış ticaretteki, siyasetteki faaliyetlerinin etkin bir şekilde gelmesine katkı sağlıyoruz. Hatta çok küçük olarak projelerimize baktığımızda Pasifik bölgesindeki küçük 30-40 bin nüfuslu ada devletlerine veya Latin Amerika’daki küçük devletlere, Orta Amerika’daki devletlere yapmış olduğumuz yardımlar neticesinde de biz Birleşmiş Milletler’deki işte Geçici Güvenlik Konseyi üyeliği noktasında da belli çabaları başarıyla tamamlamıştık.  Bir önceki yılda bir başarı elde ettik. Dolayısıyla siyasette, ticarette, diplomaside, her alanda da bu yapmış olduğumuz çalışmaların boşa gitmemesi için de çabalıyoruz.  
 
SORU- Başkanım, izniniz olursa salondan da bir soru alalım.
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Tabi. 
 
SORU- Sorusu olan? İsim soy isim, bölüm eklerseniz. 
 
SORU- Öncelikle üniversitemize geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Adım Ahmet. Siyaset Bilimi ve Ekonomi Yönetimi 2. sınıf öğrencisiyim. 
 
Türkiye’nin son zamanlarda yapmış olduğu savunma harcamaları ve Türkiye’deki askeri faaliyetlerinden dolayı TİKA bunlardan nasıl etkilenmiştir? Yapmış olduğu faaliyet ve projelerde bir aksaklığa sebep olmuş mudur? 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Teşekkür ederim. 
Çok şükür şu ana kadar etkilenmedik. Yani devletimizin gücü ekonomik potansiyeli ve milletimizin bu manadaki cömertliğini hem devletimiz, hem milletimiz bize hissettiriyor. Pek çok ülkede, kardeşim benim vergilerle sen buralara niye harcamalar yapıyorsun diye eleştiri getirebiliyor, pek çok parlamentoda kavgalar çıkabiliyor. Yardımların aslında kendi vergileriyle olduğu için yapılmaması gerektiğini savunan ülkeler var. Fakat bizde çok şükür bu manada herhangi bir sıkıntı yaşamadan başta tabii Cumhurbaşkanımızın şahsi olarak, yani mazlum insanlara karşı yaklaşımlarını bildiğimiz için, hepimizin de bildiği şekilde, bütün dünyada ne varsa biz bir istediğimizde iki alıyoruz, bir şekilde kaynaklarımız hiçbir şekilde kısıtlanmadı. Bunu pek çok hadiseyle yaşadık, yani başka birçok kurumda işte üç isterseniz bir verilir, biz bir istiyoruz yeri geliyor iki veriliyor, üç veriliyor, aman orayı ihmal etme, Arakan’daki Rohingya Müslümanları Bangladeş’e gitmiş, onların bir şekilde desteklenmesi konusunda büyük çaba sarf et talimatlarıyla birlikte ek bütçeleriyle, imkanlarıyla devletimiz her türlü kolaylığı sağlıyor.
Aslında bu da bir gösterge, yani bugün Afrin’de yürütülen hadise öyle basit bir şey değil, yani çok büyük bir ekonomik maliyeti olan ve birçok tehditle karşı karşıya kalmasına rağmen değişik cephelerde çok yönlü mücadele eden bir Türkiye’nin olması, gelecekle ilgili hepimiz için çok umut verici bir yaklaşımı da ortaya koyuyor. Hem kendi gücüyle, kapasitesiyle, kullanmış olduğu teknolojisiyle, hem de Hazinesi, Maliyesiyle, ekonomisiyle yani bu kadar hadise yaşanmış, yani şu 15 Temmuz hadisesi bile başlı başına ekonominin çökmesine neden olabilecek bir hadiseyken hamdolsun her alanda gidiyor ve TİKA bugüne kadar ekonomik olarak hiçbir şekilde etkilenmedi. 
 
SORU- Merhaba, ben Şerife Düveli, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi 2. sınıf öğrencisiyim, üniversitemize hoş geldiniz.  
Sorum şu olacaktı: Dediniz ki, yılda TİKA 2000 proje üretiyor küçüğüyle, büyüğüyle, küçüğünü de basit bir sağlık merkeziyle tanımladınız. 
 
Sormak istediğim şey şu: Yani çok küçük projeler var, çok büyük projeler de var ve bu projelerin yapımı belki en basiti daha sonra o projelerin sürdürülebilmesi. Yani hastaneyi atıyorum 1 milyon liraya sürdürürsünüz, ama bu hastanenin 10 yıllık maliyeti 100 milyon, hatta 1 trilyondur, ondan daha fazladır. Bunun devamlılığını da mı TİKA sağlıyor? Ve TİKA bu kadar büyük ekonomik kaynağı nereden buluyor? Yani ülkemiz, tamam, yardım etmeye çalışan bir ülke, cömert bir ülke, ama Türkiye’nin de bir sınırı var, Türkiye’nin de ekonomik olarak gücü var. Yani Türkiye gibi ekonomik güce sahip bir ülke nasıl bu kadar yardımı sağlayabiliyor? Türkiye’de mesela çok çok zengin işadamları da yok ki. Mesela ülkemiz işadamlarıyla dolu olsa, hadi işadamlarıyla bu işi sağlayabilirsiniz ama, Türkiye işadamları yönünden de çok zengin bir ülke değil. Bu soruyu sormak istiyorum. 
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Teşekkür ederim.
Tabi ifade ettiğiniz gibi, en önemli konu sürdürülebilir olması, yani siz bir şey yapıp bıraktığınızda o çökecekse o aslında bir işe de yaramıyor. Zaman zaman bazı ülkelerde biz bunu yaşıyoruz, yaşanmaması için ek çaba sarf ediyoruz. Hatta çok somut bir örnek, işte geçtiğimiz yıllarda, 3-4 sene önce Sayın Davutoğlu Dışişleri Bakanıyken Tanzanya’da açmış olduğumuz bir yetimhane vardı, yani modernize ettiğimiz, çok çöküntü durumda olan bir yer vardı, çiçek gibi yaptık onu ve teslim ettik. 
Aradan geçen 4-5 sene sonra geçenlerde bana oranın fotoğrafını getirdiler. Yıkılmış, dökülmüş, lağımlar akmış, patlamış tamiratı yapılmamış. Şimdi en büyük sıkıntı zaten orada, yani bir kapasite çöküntüsü oluyor, ya idari olarak, yani devlet sisteminde bir çöküntü var ya da oradaki sizin katkı sağladığınız müesseselerde çöküntü oluyor. Bunun geriye dönüşünü sağlamayacak şekilde devam ettirmemiz lazım, işte burada devreye aslında sivil toplum örgütleri giriyor. Hani biz teknik bir kuruluş ve sürdürülebilir kalkınma projelerini desteklememiz lazım. Ama can hıraş bir şekilde mümkün olabildiğince o ihtiyacı giderebilecek, bakıyorsunuz orada bir yetim var 50 tane, 100 tane, yapsanız bir türlü, yapmasanız bir türlü. Biz bir şekilde dökülmemesi, yıkılmaması için sağlam yapmaya çalışıyoruz, ara ara kontrollerini yapıp desteklemeye çalışıyoruz, ama bunu her yerde takip etme imkânımız yok. 
Özellikle ifade ettiğiniz gibi hastaneler konusunda, mesela şu anda büyük hastanelerimiz var Somali’de, Sudan’da Nyala’da 200’er yataklı, hatta onlar kapasiteyi de büyütmüş ve bir şekilde kendileri döndürmeye çalışmaları mümkün değil, yani bir elektrik maliyeti bile dünyanın parası, temizliği, bakımı falan. Oralarda mesela Sağlık Bakanlığı devrede, bizim Sağlık Bakanlığıyla oranın Sağlık Bakanlığı anlaşma yapıyor ve işletmesini, işte maliyetini ve birçok noktayı destekliyor. Ama 5 sene sonra ne olur, 10 sene sonra? Yani çekildiği zaman Türkiye yine bu manada birtakım çöküntüler yaşanabilir.
Ama biz şunu yapmaya çalışıyoruz: Bu arada ilişkilerin geliştirilerek devletlerarasında köprülerin çoğalması, STK’ların sayısının artması, şirketlerin sayısının atması, devletle olan irtibatların artması ve orada o kapasite oluştukça o yavaş yavaş bir şekilde kendi ayakları üzerinde durabilecek yapıyı oluşturuyor. Temel nokta, kendi ayakları üzerinde durmasını bilmiyor, yani her şey var, un var, yağ var, şeker var, orada petrol var, burada elmas var, şurada balık var. Yani bugün Somali’nin aç kalması mümkün değil, imkansız bir şey, Türkiye aç kalabilir, ama Somali kalmaz, ama kalıyor. Niye? İşte kuyusunu açamıyor, açtığı zaman işte Eş-Şebab örgütü geliyor orayı bombalıyor, öbür tarafta başka bir tesisi batırıyor, bir şekilde birbiriyle ilintili pek çok hadise var. Ama siz yabancı bir devlet olarak oraya girip güvenliğine katkı verirseniz, lojistiğine, ulaşımına, limancılığına, havacılığına yavaş yavaş değiş modüllerle katkı verirseniz, yavaş yavaş çökmüş sistemler tekrar ayağa kalkmaya başlıyor. Onun için her şeyin mükemmel bir şekilde yerinde kalmasını beklememiz mümkün değil. 
Yani ben, hatta İbrahim Ağabey bilir, ilk Nijer’de görmüştüm, bir sağlık merkezine götürdüler bizi. İçeri bir girdik, açılmamış, daha ambalajlarından sökülmemiş medikal ekipmanlar duruyordu orada, biri gelmiş bırakmış gitmiş yani. Mesele yardım değil orada, yaptım, işte istatistiki olarak ben şu ülkeye işte ameliyathane masası, şunu-bunu hediye ettim, verdim deyip gidiyor adam. Onu da 10’la çarpıyor, oraya giden-gelen adamın maaşını bizimkine göre 10’la çarpıyor. Yaptım deyince yapmış oluyorsunuz, ama gönülden baktığınızda ve emanet olarak baktığınız zaman, hele hele kamu kaynağı kullanıyorsanız bunu çok titiz bir şekilde, dikkatli bir şekilde yerine yerleştirmek ve onu takip etmek durumundayız.
Biz nereden buluyoruz derken parayı, aslında bu yapılan dış yardımların rakamlarının içine baktığımızda önemli bir kısmını biz yapmıyoruz. Yani yapılan bütün dış yardımların istatistikini 2004’ten beri biz tutuyoruz, TİKA olarak. Türkiye’nin dış yardımlarının çoğunluğunu, işte AFAD’dır, Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, belediyelerimizdir. 
Bizim rakamlarımız, tabi yine çok hafife alınacak rakamlar değil ama 1 milyar TL’ye kadar ulaşabiliyor yıllık olarak, bunu devletimiz sağlayabiliyor. Yani sonuç itibarıyla devletimizin bütçesiyle, yani halkımızın kaynaklarıyla, vermiş olduğu vergilerle olabiliyor. Bunu sağlayabilecek demek ki bir ekonomimiz var, yani var ki veriyoruz. 
Bizden önceki nesle süt tozu dağıtılıyordu okullarında. Marshall yardımları, 2. Dünya Savaşı sonrası yapılan Avrupa’nın yeniden kalkınmaya dönük çalışmaları neticesinde Türkiye’ye de birtakım imkanlar verilebiliyordu, ama bugün öyle değil artık. Bugün Ankara’ya her Allah’ın günü birkaç heyet geliyor. Bizim bırakın yani Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlığı, Dışişleri Bakanlığı yani TİKA ofisimize her Allah’ın günü 4-5 heyet gelir. Ülkemizin şu yol sorunu var sanki şey yani belediyelere kaynak dağıtan tesis misali. Yol sorunu var, su problemimiz var, elektrik tesisatı döşenmeli, tarımsal projede sulama problemimiz var gibi yani artık dünyanın en önemli talep alan bir başkenti konumuna geldik. 
New York’taki Birleşmiş Milletler kendi görevini yapmazken, Amerika’nın desteğini keseceğini ilan etmesiyle birlikte baştan süreçte de her mesele, her detay, her acı bir şekilde Ankara’ya geliyor işte, bunun da içinde çırpınan bir bürokrasi var, siyaset adamı var Allah’ta bereketini veriyor. Biz bu kadar meseleye nasıl çözüm üretiyoruz? Hakikaten bir bereket var. O kadar yoğun bir tempo var ki Türkiye’nin biz de yaptığımızı hissetmiyoruz. Yani yapan da, eden de Yüce Rabbimin o bereketiyle bir şey önümüzden akıyor gidiyor. Allah o bereketi bizden çekmesin özet olarak onu ifade etmek isterim. Biz ne yaparsak ne edersek yapabileceğimiz insani imkanlarımız sınırlı.
 
SORU- Başkanım, yani başka ülkede olsaydı benim vergilerimle bu ülkeye niye yardım yapıyorsun bunlar benim vergilerim geri bana dönsün derken, bizim ülkemizde ise bir yere yapıldığında ya bak buraya yapmışsın hop buraya niye yapmıyorsun gibi bir şuura sahip, bunun da bir etkisi vardır mutlaka diye düşünüyorum.
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Kesinlikle bence en önemli zaten millet ne istiyorsa o. Milletin hizmetinde olan bir devlet var kesinlikle. Zaman zaman sosyal medyada tweet’te ya bak sen şuraya gitmişsin, bunu yapmışsın, şurayı restore etmişsin, ama hala burası duruyor burayı niye yapmamışsın? Görüyoruz. Sanki bütün restorasyonunu bizim yapmamız lazım yani binlerce on binlerce eser her konu bize gelmesi lazım veya her toplumsal problem çözülmesi lazım şeklinde yaklaşan var. Bu da tabi insanımızın gönlünün zenginliğini, derinliğini, bereketini gösteren bir hadise.
 
SORU- Öncelikle tekrardan hoş geldiniz. İsmim Begüm, siyaset bilimi ve kamu yönetimi İngilizce ikinci sınıf öğrencisiyim.
TİKA Türkiye Türkiye’den büyüktür anlayışı içerisinde kendine göre nasıl konumlandırıyor bunu merak ediyorum.
 
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Bizim kendimizi bir yerde konumlandırmamamız gerekir. Biz açıkçası devletimize bağlı, bizzat Hükümetin vermiş olduğu talimatları düzgün bir şekilde yerine getirmeye çalışan biraz teknik çalışmaya çalışan bir kuruluşuz. Türkiye artık sadece misakı milli sınırının içindeki yaşayan 81 milyonu ilgilendirmeyecek kadar hemen sınırımızın öteki yakasındaki, Sırp’ından Yunanına kadar herkes bir şekilde Doğu Avrupa’nın güvenliğinden, Gürcistan’daki Gürcülerin, Kafkaslara kadar her alanda insanlar bu ülkenin, bu toprakların başarılı olması, güçlü olması, etkin olmasını istiyor. 
O zaman bizim böyle bir büyüklükte başka hiçbir dünya ülkesine nasip olmayan bir görevimiz var. Yani biz elimizi kolumuzu sallayarak herhangi bir yere girdiğimiz zaman en başköşeye oturtturuyorlar “Türkiye’den gelmiş” diyerek. 
Hiç unutmam, Etiyopya’daki Harar’da bir yaşlı bir amcaya hocaya bizi tanıştırdılar. Hüngür hüngür ağlayarak Türkiye’den misafir gelmiş dedi bize, uzun uzun dualar etmişti. Yani Afrika’nın göbeğini kadar en uç noktasına kadar, hatta Latin Amerika’da El Turco dediğimiz gayrimüslim Arap kökenli zamanında Osmanlı’dan göç etmiş insanların yaklaşımlarına bakıldığında bunlara karşı hepimizin bir sorumluluğu var. Dolayısıyla, öncelikler sırasına koyarak yakın coğrafyadan başlayarak bize müzahir olan, geçmişte tarihi, sosyal, kültürel, siyasal bağlılıkları olan herkese karşı biz milletimizin, devletimizin ve Cumhurbaşkanımızın selamını, mesajını en güzel şekilde götürmeye çalışıyoruz. Bu bizim için artık ahlaki ve insani bir durumumuz. Bunu yapamadığımız iyi bir şekilde yapmadığımız her gün bizim için aslında bir manevi vebaldir ve görevimizi doğru bir şekilde yapmamamızın bir tezahürü olarak bakılması lazım.  Bu da işin duygusal boyutu.
Bir diğer boyutu da, Türkiye gerçekten kendisinin geleceği için, hatta bütün gelişmiş ülkelerin gelecekleri bu çabalarının içine girmesi lazım. Ben çocuklarımın dönemini de geçtim, torunlarımızın dönemiyle ilgili endişelerimizi de düşürmemiz lazım dünya iyiye doğru gitmiyor. Bakın, Amerika’da yaşanan hadiseleri hepimiz seyrediyoruz, tiyatro gibi. Avrupa’daki duruma bakıyorsunuz doğru dürüst iktidarlar, hükümetler kurulamıyor. Bir swot analizi bu. Amerika’nın tarzıyla söyleyecek olursak tehditler de var, fırsatlar da var ve evet fırsatlarda var herkesi eşitliyor. 
Mogadişu’daki, Bangladeş’teki adam da WhatsApp kullanıyor, Londra’daki, New York’taki adam da kullanıyor öbürü de Facebook kullanıyor, öbürü de kullanıyor. Sonuç itibariyle şartlar eşitleniyor, ama aynı zamanda da şartlar çok zorlaşıyor. Normal şartlarda yani bizlerin yaptığı bizlerin vereceği nasihatlerle veya dedelerimizin, babalarımızın size vereceği nasihatlerle gitme imkanınız olmayabilir, yeni çıkış yolları, yeni çabalar sarf etmemiz lazım. Onun için TİKA yani sadece Türkiye’den büyük olan bir dünyaya değil, aynı zamanda Türkiye’nin geleceğiyle ilgili çabalar içinde de olması gerektiğini düşünüyor. Yani bugün siz Afrin’de sadece o bölgede bir meseleyi çözmüyorsunuz, aslında terörizmle ilgili büyük bir cepheyi temizlemeye çalışıyorsunuz. 
İşte TİKA’nın burada yapmış olduğu çalışma nedir? Temizlik sonrası orada kalkınma çalışmaların başlatılması. Arkadaşlarımızla biz Fırat Kalkanı bölgesine gittik, Azez’e gittik, Mare bölgesine, Cerablus’a geçtik, oralarda işte çeşitli çalışmalar ne yapabiliriz? Şam ofisimizi kapattıktan sonra buralarda neler yapabiliriz onlarla ilgili çalışmalar yaptık. Bunları yapmazsanız o bütün o temizliğin tezahürünü bir süre sonra göremeyeceksiniz çünkü başka türlü sıkıntılar başlayacak. Gençlik işsizse, ekonomik olarak yetersizse, karnını doyuramıyorsa, oradaki tarımsal faaliyetleri yapamıyorsa dönüp dolaşıp terörizm yine galip gelebilecek duruma gelebilir, aynı şey Afganistan’da Talibanla ilgili olarak. Aynı şey işte Eş-Şebab’la, Boko Haramla, El-Kaide’yle her yerde bir şekilde eğer siz ekonomiyi, kalkınmayı, refahı, eşitliği, dengeyi oluşturamazsanız orada savaş, orada ahlaksızlık, orada her türlü acının yaşanabileceği bir nüveye de müsaade etmiş oluyorsunuz. 
Onun için Batı’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin, bütün devletlerin şu anda iki ellerini başlarına alıp düşünmeleri gereken bir dönemdeyken, birde Türkiye’nin kafasına kafasına vurmaya çalışıyor. Aslında kendi gelecekleriyle ilgili, yani iki tane büyük dünya harbini bitirmiş bir Avrupa bugün Türkiye’nin gücünü, bereketini yapmaya çalıştığını anlamış değil. Samimiyetle şunu söyleyebilirim: İlkel, zavallı, gariban Afrika ülke falan diye küçümsenen pek çok belde de zehir gibi insanlar yetişiyor. Çok iyi eğitimli, donanımlı garbı da, şarkı da her şeyini çok iyi çalışmış, bilmiş muazzam akademisyenler yetiştirmiş zehir gibi bir kitle de geliyor, nesil de geliyor. 
Onun için bütün enerjiler aslında şu an sizlerde saklı. Siz derseniz ki ben bu meseleyi çözebilirim çözebilirsiniz. Ama yok bu bizim işimiz değil, bu bizi aşar şu devlet yapabilir ancak, bu devlet yapabilir deyip o uluslararası sömürü sisteminin tüketicisi olarak sistemde kalırsanız hafta sonları AVM’lere gidip şu marka kotu giy, bu marka ayakkabıyı giy, şu marka müziği dinleyip tamamen bir sürü psikolojisiyle, bir tüketim toplumunun bir parçası haline gelirse dünya bunu çözemez. Ama buradan sistemden çıkıp ben bu sisteme farklı bir şeyle geleceğim dediğinde aslında büyük fırsatlarda bizi bekliyor.
Onun için zannedersem son soru olarak konuyu da kapatacağız ben en son nokta olarak bunu ifade etmek istiyorum. Dünya yeni bir döneme gebe, birçok sıkıntılar olabilir, ama buradan Türkiye ve sizler, sizin nesliniz inşallah çok farklı bir şekilde, çok daha güçlü bir şekilde bir çıkma fırsatını ilk defa yakalamış durumda. Onun için içinizdeki enerjinizin, gücünüz farkında olmaya çalışın, anlamaya çalışın ve onu da açığa çıkartmaya çalışın, yani tek düze, standart bir yaşamı asla kabul etmeyin. Yani KPSS’ye gireceğim, şuradan Dışişlerine gireceğim, buradan TİKA’ya gireceğim. 
Hayır, ben özgür olacağım, Özgür Bey gibi özgür olacağım her yere girebileceğim, STK’cı olacağım, aktivist olacağım, yardım edeceğim, ona kafa tutacağım, buna meydan okuyacağım Allah’ın verdiği bütün imkanı, gücü en güzel şekilde kullanacağım şeklinde bir gelecek sizlere diliyorum, dua ediyorum. 
Hepinizi de çok teşekkür ediyorum.
 
SORU- TİKA Başkanımıza bu söyleşisi için çok teşekkür ediyoruz. Plaket takdimine geçilecek.
TİKA BAŞKANI SERDAR ÇAM- Ben de özellikle Konsey Başkanımıza, değerli ekibine ve dekanımıza da tekrar teşekkür ediyorum siz değerli kardeşlerime. İnşallah sizlerin de yolunuz düşerse Ankara’ya da bekliyorum misafirimiz olmanız için.