ABD İLE İLİŞKİLERİMİZDE UNUTULMAMASI GEREKENLER 15.07.2022

Tarih boyunca ABD ile ilişkilerimiz hiçbir zaman tam anlamıyla dört dörtlük olmamışken; NATO/SSCB soğuk savaşı süreci ile özellikle siyaset kurumu ile düşük seviyeli, ordumuz ile güçlü bir ittifak kurmuş bu süper devletin kendi iç kargaşa ve dengeleri ile attığı her adımın mesuliyetini hükümete, Cumhurbaşkanımıza veya AK PARTİ siyasetine yüklenmesi asla kabul edilemez. Tüm başarıları gölgeleyen ama ayağa takılan her diken, çalıda derhal saldırıya geçen bir iç siyaset anlayışını vatandaşlarımız da aslında bilgece izleyip kendince not ediyor.

          Kongre’nin dün Türkiye ile ilgili almış olduğu (tavsiye! daha Senato’da onaylanma süreci de var) kararlar sonrası pek çok tartışma hızlıca devreye girdi. Konunun uzmanlarının dışında, işi hemen siyasetin malzemesine dönüştürmeye çalışanlar tabi ki yine devreye girdi. Özellikle hamle üstüne hamleler yapan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin ve ilgili birimlerinin uluslararası ilişkilerdeki ve askeri alanlardaki başarılarını gölgeleme çabalarını ibretle seyrediyoruz. Halbuki aslolan milli konuların siyasete malzeme yapılmamasıdır. Belki de son 200 yılın en güçlü konumuna getirilen devletimizin ara ara alacağı ufak tefek darbeler, bu topraklara ait hiç kimseyi sevindirmemesi gerekiyor. Tarih boyunca ABD ile ilişkilerimiz hiçbir zaman tam anlamıyla dört dörtlük olmamışken; NATO/SSCB soğuk savaşı süreci ile özellikle siyaset kurumu ile düşük seviyeli, ordumuz ile güçlü bir ittifak kurmuş bu süper devletin kendi iç kargaşa ve dengeleri ile attığı her adımın mesuliyetinin Hükümete, Cumhurbaşkanımıza veya AK PARTİ siyasetine yüklenmesi asla kabul edilemez. Tüm başarıları gölgeleyen ama ayağa takılan her diken, çalıda derhal saldırıya geçen bir iç siyaset anlayışını vatandaşlarımız da aslında bilgece izleyip kendince not ediyor.

          Türkiye-ABD ilişkilerini değerlendirirken, uluslararası siyasetin, eko-politiğin siklet merkezlerindeki değişimleri, gelişen yeni durumları ve değişimleri de göz ardı etmemeli. Küresel rekabetin -ki şekil ve şiddet düzeyi olarak beklenmedik boyutları haiz- yeni ağırlık noktasını Asya Pasifik bölgesinin teşkil etmeye başladığı bir dönemde dünya finans merkezlerinde sıra dışı gelişmeler yaşanmakta. Hong Kong Çin’in öncelikli konusu olmuşken, Londra’da Başbakan istifa ediyor, Tokyo’da Japonya ve dünya siyaseti için önemli bir isim olan eski Başbakan Abe suikast sonucu öldürülüyor. Akabinde ABD Başbakan’ı ve ailesine yönelik siber bir operasyon yapılıyor, İtalya’da hükümet krizi başlarken başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa derinleşen bir enerji kriziyle karşı karşıya kalıyor. Dünya tüm bunları bir hafta bilemediniz on gün gibi kısa bir sürede yaşamakta. Argümanlardaki ve değişim süreçlerindeki bu sürat; bunlara karşı öngörülü, karar alma mekanizması hızlanmış güçlü yönetim sistemleriyle yönetilebilecek yeni bir dönemin habercisi değil de nedir?

          F-16 dosyası istediğimiz şekilde sonuçlanır, sonuçlanmaz; ama aklımızın bir köşesinde bulunması için şu maddeleri hatırladığımız kadarı ile aşağıda sıraladık. Türkiye ve ABD ilişkilerinin iniş ve çıkışları olsa da, iki devletin birbiri ile dengeli ve mesafeli işbirliklerini kurması gerekmektedir. Bu coğrafyanın genel yapısı gereği buna ihtiyaç vardır. Her ne kadar Rusya ve Çin ile işbirliklerini de geliştirmek durumunda isek de, NATO üyeliğimiz, AB adaylığımız (üye olmasak dahi) stratejik ve çok doğru bir karar. Bütün bu parametreler içinde ABD ile ilişkilerimizde şu gerçekleri de unutmamakta fayda var;

          1.       Türkiye’nin darbeler tarihinde bir şekilde bu ülkenin ismi ve etkisi bilinmektedir. “Bizim çocuklar başardı” şeklinde her darbe sonrası kendi aralarında mesajı vermeye alışmışken ilk defa 15 Temmuz 2016’da bu makûs gidişat terse döndü. Tüm sistem arıza verdi. 40 yılı aşkındır besledikleri örgüt üyelerini ve liderini bir taraftan korumanın derdine düşerken, diğer taraftan alanda oluşan çok ciddi bir boşluğun getirdiği belirsizliklerin zorluklarını yaşamaya başladılar. Yenilerinin de eskisi gibi artık kolayca kurulamayacağı bir aklı Türkiye’nin de kazanmış olduğunu görmeye başladılar. Velhasıl şimdiye kadar bir taraftan NATO’da müttefikimiz olurken diğer taraftan kontrol altında altında tutulan bir devlet olmaktan çıkmamızın vermiş olduğu karambolleri yaşamaktalar. Ayrıca şimdiye kadar resmi / diplomatik ilişkilerden ziyade içimizdeki kendilerine bağlı çalışan uydu yapıları işbaşında olduğu sürece iyi ilişkilerin kolayca gelişebildiği bir müttefiklik olmuştu. Halbuki bugün artık o irrasyonel, tek taraflı çıkar ilişkisine dayalı tüm yapıların büyük bir çoğunluğu, Türkiye’nin akılcı ve etkin müdahaleleri ile kontrol altına alınmış durumda. En güçlü kanal Külliye / Beyaz Saray ile başkentlerdeki elçilikler.

          2.       Halkbank davası; Dolarizasyondan kaçış çabalarımız, Dolar dışı dış ticareti artırma çabalarımız, Batı tarzı bağımsız ve egemen devlet gibi dış politikada, dış ticarette, dış yardımlarda veya dış güvenlikte hareket etmemizin ilişkilerimize yansımasının getirdiği zorlukları da yaşamaktayız.

          3.       Rusya ile belli konularda tam mutabakatımız olmasa da bazı kritik işbirliklerimizin olması; Nükleer Santral inşası, S-400’lerin alımı vb. dosyaların oluşturduğu gerginlikleri de hiç unutmamalı.

          4.       Ayasofya’nın ibadete açılması meselesi çok ciddi bir siyasi karardır. Normal şartlarda alınabilecek bir risk değildir. Herhangi bir liderin yıllar sonra ani bir manevra ile yapabileceği bir iş değildir. Çok büyük ve çılgınca yapılan bir iş olarak tarihimize geçecektir. İstanbul’u işgal edip, Ortodoksların (Fener Rum Patrikhanesi’nin) kontrolünü Ruslar almasın diye, bir rivayete göre İngilizler/ Fransızlar'ın 1. Dünya Savaşında İstanbul’a çökmelerinin nedeni olarak izah edilir. Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasıyla en başta ABD Rum lobisinin ve diğer ülkelerin sinir uçlarının harekete geçirilmesi ikili ilişkilerimizde önemli olumsuzluk gerekçelerinden biri olarak da görülmesi gerekir. Bizans Enstitüsü’nü 100 yıl önce ABD’de kuran arkeolog başkan Thomas Whittemore’un Ankara’ya gelip, ABD’nin Ankara Büyükelçisi aracıyla Cumhurbaşkanı M.K.Atatürk ile bizzat görüştükten kısa bir süre sonra Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi hadisesi çok da sıradan bir olay değildir. O dönemin şartlarında askeri, siyasi ve iktisadi ağır baskılara direnecek bir Türkiye’nin olmamasını dikkate almak gerekiyor. I. Dünya savaşı ile ağır yenilgiler almış, darmadağın olmuş bir İmparatorluk; 5 yıl esir kalmış bir İstanbul ve Anadolu, çok zor şartlar altında nüfusu dahi kalmamış (özellikle savaşacak erkek nüfusu), savaş ve isyanlardan yorulmuş bir milletin yeniden devletleşme sürecine girdiği bir dönemde; II. Dünya savaşına ramak kalmışken, savaştan sadece 5-6 yıl önce, sıkıntılı bir dönemde alınan kritik ve acı bir karardı. O kararın bozulması hadisesi, dünyaya yepyeni bir çağrı ve mesajdır. Çok muazzam kodları kendi içinde barındırmaktadır. Tarihçiler, siyasetçiler ve diplomatlar ne kadar derin okursa, o kadar anlaşılması mümkün olabilecek büyük bir hadisedir. Bugün bile Rusya ile ABD’nin en büyük teopolitik rekabet alanlarından biri de Ortodokslar’ın hükümranlığıdır. İki tarafa da ayrı ayrı yakın olan Ortodokslar yüzünden Karadeniz’de, Balkanlarda her an sürtüşmeler ile yine bu alanda yangınlar çıkabilecek durumdadır (nitekim Ukrayna kilisesi, İstanbul’a gelip Patrikhane’den de destek alarak Moskova kilisesinden 3-4 sene önce ayrıldığı için de büyük gerginlikler tetiklendi.

          5.       Kafkaslardaki Türk ittifakı ve 44 günlük mücadeleyle Karabağ’da Azerbaycan’ın kazandığı zafer sonrası, Ermeni lobisinin ABD ve AB’deki hücrelerinin hareketi de Türkiye’nin ciddi bir şekilde aleyhine yürütülmüştür/yürütülmektedir.

          6.       Güneyimizde, Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki PKK faaliyetleri ve yurtdışındaki menfaat işbirliğine dayanan, Türkiye aleyhtarı çalışmalarının yansıması da hatırdan çıkarılmamalı. Sözde DEAŞ’a karşı Eğit/Donat kadrolarının Batı’daki uzantıları da iyi çalışıyor. Aynı şekilde Ege’de, sözde Ruslara karşı bir hazırlık olarak nitelendirilse de, Yunan’ın etki gücünü artıran pek çok adadaki ve Batı Trakya’daki yeni ABD üslerinin oluşturmakta olduğu rüzgârın etkisi de bilinmektedir.

          7.       Ortadoğu’da, Trump döneminde başlatılan Abraham Kararları ve buna ilişkin atılan adımlardaki Türkiye’nin duruşu (yalnızlaştırılması) ve buna karşı halen dengeleri kurma çabalarını da dikkate almak gerekir.

          8.       Kaşıkçı cinayeti, Mısır, Filistin, Hamas, İhvan, Akdeniz, Ege, Abraham Anlaşması vb. tüm benzer dosyalarda Türkiye’nin elinin zayıflatılması ve köşeye sıkıştırılmak istenmesi; askeri, siyasi, diplomatik, iktisadi, STK/aktivist hareketler, istihbari alanlarda sağlam operasyonlara maruz bırakılması gibi omuzlarına yüklenmek istenen yüklerin verdiği ağırlıklar. Pek çok dosyanın gereksiz şekilde Türkiye’nin vebaline çift taraflı yüklenmeye çalışılması (hem Doğu’dan hem de Batı’dan gelen baskılar); buna mukabil “Ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamama” misali her birinden ayrı ayrı sırtımızdan bıçaklanıyor olmamız.

          9.       Ukrayna/Rusya savaşında Türkiye’nin her iki ülkeye karşı dengeli ve mükemmel bir siyaset izlemesi sonucunda; ABD ve Avrupa’dakilerin aslında pek istemiyor olsalar da Türkiye’nin etkin gücünden istifade etmek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla Türkiye’nin son yıllarda oluşturduğu bu çok üstün askeri / diplomatik / istihbari etki gücünü zayıflatabilecek, haset ve hiddetle giriştiği hamlelerle, Türkiye’nin elini zayıflatmaya çalışmaktalar. Bu başarıları bir nebze olsun gölgelemek için adeta ringde dövüşen başarılı boksöre dışarıdan yaralayıcı malzemeler ile darp yapılması gibi, Türk Hükümetine başka alanlardan zararlar verdirilmek istenmesi ve dış etkenlerle Türkiye’nin biraz yavaşlatılması, yordurulması gibi çabalar gözlenmektedir.

          10.     ABD’de Trump’ın devrilmesi sonrası iyiden iyiye şiddetlenen milliyetçi/küreselci çatışmalarının artarak devam ediyor olması. Tarihinde ilk kez Beyaz Saray ve Kongre binasının işgalini sonlandırmak üzere ABD denizci piyadelerinin başka devletlerinin değil de, kendi resmi binalarına girmiş olmasının getirmiş olduğu derin travmanın devam ediyor olması. Biden'ın büyük bir kamuoyu (küreselcilerin) rüzgârı ile gelmesine rağmen görev süresini zar zor tamamlayacak olması. Trump’ın daha güçlü bir şekilde işbaşına geçmeye hazırlanıyor olması. Geldiğinde müesses ABD sistemini çok fazla değiştirmese de, Türkiye Cumhurbaşkanı ile kolayca anlaşabiliyor oluşu, Recep Tayyip Erdoğan’ın kişisel nüfuz ve ikna kabiliyetini ilgili çevrelerin iyi biliyor olması ve şimdiden o çevrelerin elini daha da zayıflatmaya çalışması akılda tutulmalıdır.

          11.     Aslında bilinçli ve tecrübeli kadrolardan oluşan (Örneğin:Pentagon) ABD devlet aklının Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanımızın gücünün ve bölgedeki etki alanının farkında olması ve buna göre dengeli olmaya çalışması; F-35 olmasa bile, F-16 verme taraftarı olması gibi yaklaşımlarla yürüyen dengeli bir ABD-Türkiye ilişkisi mevcut. Buna mukabil, ABD’deki küreselcilerin ve kullandıkları FETÖ, Rum, Ermeni, PKK vb. kanallar ile siyaset kurumlarını baskı altında tutması da ayrı bir etki kanalı olarak devam ettirilmek istenmektedir. Akılları sıra Türkiye’nin aleyhine alacakları kararlar ile Türkiye’ye zarar vereceklerine inansalar da; aklıselim olan tüm ABD çevrelerinin görüşü, kendi menfaatleri açısından ABD'nin her konuda Türkiye ile yakın ve işbirliği içinde olmasının son derece gerekli olduğu yönündedir.

 

Sonuç olarak Türkiye - ABD ilişkileri, birkaç gelişmeye bakarak hüküm verilemeyecek kadar çok parametreli ve tarihsel bir süreç içinde ilerlemektedir. ABD sadece bizim coğrafyamızda değil, başta Çin denizinde olmak üzere tüm okyanuslarda devler liginde büyük bir rekabet mücadelesi içindedir. Karadeniz’de kendi kurduğu oyuna Rusya’yı çekerek biraz onu yavaşlatmış olsa da, kancanın ucuna taktığı Ukrayna zokası ile bir hayli acı maliyetlerin ödenmesine neden olmuştur. Uzun ve çok raundlu bu büyük mücadeleler hiç bitmedi, bundan sonra da bitmeyecek. Tabiri caizse, her büyük ülke kendi dişine göre ülkeleri elinde tutmak istiyor veya çiğ çiğ yesin diye rakibinin önüne atıyor. Eskiden büyük devletler Yalta, Londra, Paris, Berlin, Montrö vb. şehirlerde buluşup bölgeleri, ülkeleri üleşirlerdi; cetvelle çizdikleri harita üzerinden "bir sana, bir bana" derlerdi. Şimdi de belki ara ara yapıyorlardır ama bizlerin haberi olmuyordur; torunlarımız tarih kitaplarında okuyacaklardır. Belki de bölüşmeyi sahalarda vekâlet savaşları yaparak, belli bir “Hakkaniyet!” ölçüsünde yapmaya çalışıyorlardır. Belki de paylaşımları bitmiştir de ufak tefek düzeltmeler için kavgalar veriyordur. Özbekistan, Kazakistan, vb. yer altı zenginliklerini, ticaret geçiş hatlarını kontrol için kullandıkları vakıflar ile (Soros, vb.) hem Ukrayna’daki ateşi söndürmeye, hem de rakiplerin paylaşım noktasında dikkatlerini farklı coğrafyalara çekmeye (Türk dünyasına yönelmesini, yeniden işgal etmesini) tetikleyen, oyun içinde oyunlar, arka arkaya sırayla geliyor.

 

Türkiye’nin güçlü ve irade sahibi bir yönetiminin işbaşında olmasının, gerek Türkiye’nin ve Türk Devletlerinin, gerekse de dünya devletlerinin menfaatine olduğuna rakiplerimizin münevverleri dahi tam olarak ikna olmuş durumdadır. Ancak, herkesin huzurunu bozan, tüm devletlerin dikkat ve dengelerini şaşırtan “küreselci akım” hummalı çalışmalarını hız kesmeden devam ettirmektedir. Herkesin kaybedeceği büyük bir hükümranlığın kurulması için III. Dünya Savaşının çıkarılması dahil, her yöntemi devreye sokmaya çalışıyorlar.

 

Bu kadar kargaşalar arasında Türkiye’nin feraset ve cesaret ile geliştirdiği hassas dengeler, adım adım meyvelerini veriyor. Asırlardır hasta / yorgun olarak nitelendiren bir devlet yapısı, en modern güncellemesini yaparak (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçerek) asırlardır yapamadığı hamleleri sessizce ve derinden yürütüyor. Bunu anlayan dostların güveni ve işbirliği talepleri artıyor, rakiplerin ise işine geldiğinde işbirliği, işine gelmediğinde masa altında tekme atma hamleleri şiddetleniyor.

 

Kim ne yaparsa yapsın, rotamız belli. Evelallah, “Bu teker tümsekte kalmayacak!”