KAHVEN VAR MIDIR HALÛK HOCAM? 30.08.2019

Prof. Dr. Halûk Dursun, bizler için tarih, medeniyet tasavvurumuzda: “nasıl olsa birileri gerekenleri yapıyordur, sahip çıkıyordur” diye rahatlıkla havale ettiğimiz, onlara teslim olmanın konforunu yaşadığımız üstadlarımızdandı. Birileri acaba İstanbul’u iyi çalışıyor mu, Türkiye’deki kültür hazinemizi kavrayıp, iyi hazmediyor mu? Geçmişten geleceğe güçlü köprüler kuruyor mu? Gençlerimize ulaşıp tarihi ve kültürel mirasımızı öğretiyor, doğru aktarımları yapıyor mu? Balkanlar, Ortadoğu, Anadolu, Kafkaslar vb. bölgelere yönelik çalışmalarımızla geçmiş tecrübeler derleniyor mu? gibi yüzlerce sorunun cevabında güvenle “Nasıl olsa Halûk hocamız var” demenin rahatlığını yaşıyorduk.

Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun’a Veda Ederken...

haluk dursun

Günlük koşuşturmalara ara verip, ev taşımadaki klasik telaşları yaşamaya o Pazar başlamıştık. Doğal olarak kütüphanemizden başlayarak, yılların birikimi yüzlerce sayfa dosya, hatıra not, broşür vb. evrakları tasnif etmiş, pek çoğunu da istemeyerek dönüşüm kutularına yollamıştık. Bu işin en zor kısmı da “kitapları dağıtmak, kağıt/defter/dosyaları atmaktır”. Yıllarca gözünüz gibi koruduğunuz, “belki ileride lazım olur” diye sakladığınız pek çok hatıradan bir gün ayrılmanız icap eder. Ya güncelliğini yitirmiştir, ya da o günün şartlarında çok özel araştırmalar olarak bilinen çalışmalar artık bugünün şartlarında basitleşmiş, çok daha iyileri arama motorlarıyla internetten ulaşılabilecek hale gelmiş olur. Yine de el emeği, göz nuru o güzelim dosyalardan ayrılmak kolay olmaz. Hele kitaplara ne demeli? Hediye edilen, prestij eser olarak hazırlanıp gönderilen, satın alınan veya bizzat yayınlanmasına vesile olunan o birbirinden değerli kitapların tamamı nasıl uhdemizde muhafaza edilebilirdi? Allah’tan o kitapları emaneten kullanıp, bilahare gençlerin kullanımına açmak üzere dostlarımızla çalışmalarını yürüttüğümüz bir dernek çatısı altında ufak çapta da olsa biriktirme imkânımız var.

O gün taşınmanın yarı dünya değiştirme olduğunu uzun bir aradan sonra yeniden hatırlamış, aramızda “şimdi kendi ellerimizle eşyalarımızı tasnif ve tasfiye etmemiz lazım, yoksa biz göçtükten sonra birileri zaten o işi çok daha keskin bir şekilde yapıp, birkaç metre kefenle bizleri uğurlayacak” diye de konuşmuştuk.

 

Ertesi gün, haftanın ilk günü yoğunluğuna girmiştik. Bir gün önceki taşınma/dünya değiştirme olgusundan iyice uzaklaşıp, günlük bir kavganın içinde o günkü toplantımızın derinliğine iyice dalmış iken, aniden gelen o telefon bizi bambaşka bir dünyaya sokmuştu.

 

Halûk hocamızın acı haberini almamızla birlikte soluğu Bakanımızın odasında almış, birkaç saat sonra da kendimizi Van’da, son vazifelerin ifa edildiği gasilhanede bulmuştuk. Devletimizin uçaklarından birinde Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy ile birlikte, Bakan Yardımcımızın naaşını arka mahalde İstanbul’a götürüyorduk. Her şey 24 saat içinde tamamlanmış, Halûk hocamızı Hereke’deki makamına teslim etmiştik.

 

Halûk hoca da bizim basit bir ev taşınması telaşında yaşadığımız gibi, o kıymetli kitapları, değerli bilgi ve belgeleri ardında bırakmıştı.

 

Bizlerin istifadesine sunulabileceği hazırlık safhasındaki nice yazı veya kitap da onun gidişiyle birlikte yarım kalmıştı. Onun zihninde ve yüreğinde damıta damıta büyük bir titizlikle biriktirdiği nice kıymetli bilgi, belge, harita ve dosyaların yanı sıra, bin bir muhabbet halkası da hatıralarda kalıvermişti. Bir kez daha anladık ki, ilim ve irfan başta olmak üzere her şey ama her şey, bize sadece emanet olarak verilmişti; her şey sadece “O’na aitti ve hepimiz O’na dönecektik”. Halûk Dursun bildikleriyle amel etmiş, bilmediklerine talip olmuş, talebe olmuşken, o yolda çaba sarf ederken, ruhunu teslim etmiş bir ilim ve devlet adamımız olarak tarihimizin sayfalarındaki yerini almış oldu. Cenazesine başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere tüm devlet ricali, sevenleri ve özellikle de genç talebeleri katılarak onun geniş bir yelpazenin ortak değeri olduğunu son kez göstermiş oldular.

 

Cenaze törenlerindeki ayrılık süreçleri hızlı ve dinamiktir: Daha dün Mehmet Şevket Eygi’nin cenazesine katılmıştı Halûk hoca ve kendisinin de dâhil olduğu Eygi’ye ait vasiyet hükümlerinin yerine getirilmesine ilişkin hususları Cumhurbaşkanımız ile paylaştığını dile getirmişti. Hemen kısa bir süre sonra ise Emin Işık hocanın cenazesine katılmış, onun gibi bir değeri kaybetmenin üzüntüsünü dile getirmişti. Aslında bize de vefatıyla şunu demek istemişti Halûk hoca:

 

“Tamam, cenazelerin uğurlanmasına üzülebilirsiniz ama çok da öyle uzun bir ayrılığımız olmayacak, peyderpey sizler de bu tarafa göçeceksiniz, onun için siz siz olun elinizi çabuk tutun, elinizden ne geliyorsa tüm hayır ve güzellikleri yapın, yanlışlardan nedamet edin ve bu tarafa gelmenin gereği tüm hazırlıkları yapın”.

 

Her bir uğurlama, aslında bizlerin sırada olduğunu hatırlatır.

 

İnananlar için cenaze törenleri bir düğün yolculuğu, bir ömürlük hazırlık sonunda maksûduna nail olma günüdür. Fakat geride kalanlar için öyle değil; pek çok ayrıntının olduğu maddi, manevi zorlukları ve kazanımları ile muhteşem bir hayat dersidir. Hayatın geçiciliğini, sevdiklerinizden bir gün ayrılacağınızı ve her şeyinizi geride bırakıp ahirete irtihal edeceğinizi size hatırlatan çok kıymetli bir fırsat. Her ne kadar etkisinden kısa bir süre sonra çıkıp, yine kaldığınız yerden dünyanın telaşına dalacağınız gerçek olsa bile.

 

Prof. Dr. Halûk Dursun, bizler için tarih, medeniyet tasavvurumuzda: “nasıl olsa birileri gerekenleri yapıyordur, sahip çıkıyordur” diye rahatlıkla havale ettiğimiz, onlara teslim olmanın konforunu yaşadığımız üstadlarımızdandı. Birileri acaba İstanbul’u iyi çalışıyor mu, Türkiye’deki kültür hazinemizi kavrayıp, iyi hazmediyor mu? Geçmişten geleceğe güçlü köprüler kuruyor mu? Gençlerimize ulaşıp tarihi ve kültürel mirasımızı öğretiyor, doğru aktarımları yapıyor mu? Balkanlar, Ortadoğu, Anadolu, Kafkaslar vb. bölgelere yönelik çalışmalarımızla geçmiş tecrübeler derleniyor mu? gibi yüzlerce sorunun cevabında güvenle “Nasıl olsa Halûk hocamız var” demenin rahatlığını yaşıyorduk. Özellikle Bakanlığımızın ve Bakanımızın omuzlarındaki bu anlamdaki yükü almada önemli bir katkısı oluyordu.

 

Daha 3-4 ay önce başlamış olduğumuz mesai arkadaşlığımızın en kıymetli kısımlarından biri de Pazartesi sabahları Bakanımızın, Bakan Yardımcılarıyla yapmış olduğu koordinasyon toplantılarıydı. Sıra Halûk hocaya geldiği zaman bir önceki özgün seyahat ve toplantılarının brifingini dinlememiz çok keyifliydi: Sivas Kongresi’nin veya Amasya Tamimi’nin 100. Yıl Anma Törenleri vesilesiyle yapılan faaliyetler, gençlerle birlikte Ahlat’a yaptığı ziyaretler, Türkiye’nin sıfır noktasında, Suriye sınırında Hititlerin başkenti olmuş Cerablus’taki İtalyanlarla birlikte yürütülen ortak kazı çalışmalarını inceleme seyahatindeki gözlemleri, Çanakkale’de Anafartalar Zaferi münasebetiyle tertip edilen anma töreni, mevlit ve kavurma/pilav ikramına samimi davetleri gibi çabalarını hep özlemle yâd edeceğiz. Hele toplantı sonrası odasına uğrayıp: “Hocam kahven var mıdır?” sorumuzla başladığımız ve en az 2-3 saat süren sohbetlerimizin tadı damağımızda kaldı. Üsküp’ten başlayıp, Erbil’den devam eden; Suriye, Cezayir, Yemen, Sudan, Libya ve bilumum sıkıntılı coğrafyada Bakanlık ve bağlı kuruluşlarımızla (TİKA, YTB, YEE, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Vakıflar Genel Müdürlüğü, vb.) yapabileceğimiz onlarca eylem ve çalışma hedeflerimizi konuşmuştuk. En kısa zamanda Erbil, Kerkük ve Musul’a gitmek istemesi nedeniyle bu günlerde TİKA kapsamında gerçekleştireceği bir ziyaret programının hazırlığına da başlamıştık.

 

Her vesile ile dile getirdiği “Dicle’nin Kuzularını Çakallara Kaptırmayacağız” hedefi, onun vefatı ile birlikte artık tüm Türkiye’ye mal olmuştu. Güzel insanların hayatı da vefatı da insanlığa hizmet üretir. Halûk hocanın bu samimi çabaları, kardeşi kardeşe düşürmeye çalışanların, hainlerin oyunlarını bozmaya vesile olur; vefatından sonra da hocanın sevap hanesine sürekli yazılır.

 

Erken ölümler, özellikle cenaze yakınları için kolay değildir; beklenmeyen, zor bir ayrılıktır. Tabiî giden için de hazırlık yapamadan, vedalaşamadan ayrılmak; bir yazıyı, araştırmayı veya bir çalışmayı masada yarım bırakmak; helalleşememek, çeşitli nasihat veya vasiyetleri iletememek, yakınlarınıza, dostlarınıza sevgi ve muhabbeti dile getirememek gibi bir duruma sebebiyet verebilir. Halûk hocanın gidişi, doğal olarak, 2003 yılının Ocak ayında karayolu ile Hacca giderken, Medine’ye varamadan, 300 km yakınlarında trafik kazası geçiren ve Peygamber efendimiz SAV’in dizi dibine, Cennetü’l Baki’ye defnettiğimiz annemden ayrılışımızı ve özlemimizi de tazelemişti.

 

Cenazeler ve düğünler, toplulukların birbiriyle karşılaşmasına, buluşmasına fırsat veren en önemli sosyalleşme alanlarıdır. Özellikle de yüreklerin sızladığı cenaze törenleri; önyargıların en aza indiği, acıların ortak paydada birleştiği, her türlü ayrışmanın, siyasetin, egonun veya dünya görüşünün keskinliklerini kaybettiği ender ortamlardan biridir. İşte o gün, Galatasaray Lisesi’ndeki tören de böyle bir ortam oluşturmuştu. Saat 16.00’da geçirdiği elim trafik kazası ile vefat eden Hoca’nın saat 15.22’deki son telefon görüşmesi, liseden bir arkadaşını arayarak boşalan lise müdürlüğü kadrosuna uygun bir ismin bulunmasına ilişkinmiş. Galatasaray Lisesi’ndeki törende, dönem arkadaşları, okulun tanınmış mezunları, kendisinden sonraki dönem mezunlarının katılımıyla geniş bir çeşitlilik de sergilenmişti. “Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz, dolayısıyla geniş katılımlı bir çevre ile mutabık olmak ve yaşamak durumundayız” diye sürekli dile getiren Halûk hoca, kendi okulunda, kendi düsturuna uygun olarak bizlerle vedalaştı. Lisede konuşma yapan orta yaşlardaki bir mezun, karşıda açık duran kapıyı göstererek şunu söylediğinde orada bulunan herkesin gözlerinden birkaç damla süzüldü:

 

“Yıllar önce şu karşımızda duran kapının önünde okula beni kaydettirmek için buluştuğumuzda, kapıyı göstererek bu büyük kapının niçin hep kapalı olduğunu sormuştum; o da cevaben o kapıdan ancak büyük insanlar girer demişti; işte şimdi o kapıdan bugün kendisinin cenazesi giriş yaptı; çok büyük bir insan olduğunu bize bir daha göstermiş oldu”.

 

Tarihi Galatasaray Lisesi’nin bahçesinde güzel sesi ve kıraatiyle imam-hatibin “her nefis ölümü tadacaktır” ayetlerini içeren tilâvetiyle o gün hem Lise’nin bahçesi hem de İstiklal Caddesi’nin başı, dünyanın unutulmaması gereken gerçeğini, “ölümü”, huzurlu bir hâl ile anlatıyordu. Oradaki günlük hayata dair yaklaşımlar ile birbirine yan gözle bakabilecek pek çok insan bir olmuştu; paylaşamadıkları tek şey ise “Halûk Hocanın Sevgisiydi”.

 

Umarız ki değişik kesimleri bir araya getiren daha nice genç Halûk hocalar aramızdan çıkar, önyargıları yıkan, hevâ ve nefislerinin arzuları içinde ucuz dünyevi ayak oyunlarının esiri olmayan, içi dışı bir olan, hak ve adaletten ayrılmayanların dünyasını genişletir, güçlendirirler. İnsanların sadece cenazelerde değil,  her demde birbirine saygıyla ve empatiyle yaklaşmalarına vesile olurlar.

 

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır” gerçeğinden hareketle niyazımız odur ki; memleketimize çok seyahat edip çok sayıda insanı, kültürü ve diyarı bilip tanıyan Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun’lar gibi nice güzel insanlar gelsin.

 

Halûk Dursun’a ve tüm güzel insanlara Rahmet Olsun..