Tarihten Enerjiye Bozkırın Köprüsü: TÜRKMENİSTAN 16.05.2023

Zengin bir tarihe sahip Türk devlet aklının, yeni bir inançla batıya yöneldiği dönemde ana damar Oğuz boyunun Büyük Selçuklu Devleti olarak ete kemiğe büründüğü topraklardır Türkmenistan. Tarih boyunca farklı medeniyetlerin, kültürlerin, milletlerin ve ticaretin seyr ü sefer ettiği batı ve doğu arasındaki köprüye de bugün Türkmenistan demekteyiz.

Zengin bir tarihe sahip Türk devlet aklının, yeni bir inançla batıya yöneldiği dönemde ana damar Oğuz boyunun Büyük Selçuklu Devleti olarak ete kemiğe büründüğü topraklardır Türkmenistan. Tarih boyunca farklı medeniyetlerin, kültürlerin, milletlerin ve ticaretin seyr ü sefer ettiği batı ve doğu arasındaki köprüye de bugün Türkmenistan demekteyiz.

Bu köprü vazifesi, kimin zaman da doğudan ve batıdan gelenlerin hesaplaştığı bir ara bölgeye dönüşmüştür. 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar Türkistan hanlıklarından Hive Hanlığı, soydaşları Türkmenlerle siyasi ve ekonomik nedenlerle sert çatışmalar ve savaşlar yaşamışlardır. Yine Türkmenler, aynı yıllara kadar batıdan da İran’da ortaya çıkan farklı devletlerin taarruzlarıyla baş etmek zorunda kalmış, tabir-i caizse doğudan ve batıdan yönelen tehdit ve hücumlara karşı ciddi bir varlık mücadelesi vermişlerdir.

Şüphesiz bu mücadele, Sovyet döneminde de farklı formlarda devam etmiştir. Nihayet bağımsızlıkla birlikte tüm coğrafyada ve dünyada olduğu gibi şartlar değişmiştir. Bugün artık bilgi temelinde sahip olunan ekonomik ve teknik gücün son derece etkin olduğu 21.asırda yapılması gerekenlere geçmeden, kısa bir hafıza tazelemenin, yapılacak bugün ve gelecek değerlendirmelerine katkı sunacağına inanıyorum.

 İslâmla şereflenen, siyasi ve sosyal kapasitesi yükselmiş Oğuz boyu, Türkistan’ın ötesine, bilhassa batıya yönelmiş ve Karakurum’un sert rüzgarları ve kum deryası zemininde devlet geleneğinden mimariye, kervansaraylarla nakşetti güzergahlardan da anlaşılacağı üzere ticaretten şehirciliğe tarihimizde yepyeni bir medeniyetin temellerini atmaya başlamıştır bu topraklarda.

Türk ve İslam tarihinin yolcuğuna şahitlik etmiş, adeta birbirinin mütemmim cüzü haline gelmiş bu iki medeniyet sathının önemli bir durağı da tarihi Merv şehridir. Göktürklerden Samanilere, Gaznelilerden Selçukluya, Altınordaya ve Timurlulara kadar, İslam öncesi ve sonrası Türk tarihinin izlerini taşır Merv. Öte yandan Merv ve geçmişten bugüne kavi ve kesintisiz bir Oğuz yurdu olmuş Türkmenistan toprakları, aynı zamanda İslam’ın Türkistan’a giriş kapılarından bir diğeridir. Hal böyle olunca Türkmenistan zemini, kervanlara ve ordulara, deryadaki hantal gemileri alabora eden hırçın dalgalarmışçasına kuru ve kesif kum fırtınalarıyla hayata geçit vermeyen çöl deryası halinin aksine mutasavvıf, mütefekkir ve mütebahhir şahsiyetlerin de mukim olduğu bereketli topraklara dönüşmüş ve bu toprakların da mirasçısı olmuştur.

Büyük Selçukluya başkentlik yapmış, Merv’in(Marı) yanında Daşoğuz -Dede Korkut hikayelerinde de görüldüğü üzere merkez-çevre ilişkisi çerçevesinde Oğuz boyunun yerleşim modelinin bir tarafı yani Dış Oğuz’un yurdudur-. Türkistanlı tasavvuf ekollerinden Kübreviyye’nin kurucusu Necmüddin-i Kübrâ’ya Köhne Urgenç(Gürgenç) ev sahipliği yapmaktadır. Diğer yandan, Kur’an’ı tefsir ederken bütün ilimlerden faydalanarak öncü bir rol oynayan, en şerefli ilim olarak kelâmı gören, kelâmdan tıbba, tefsirden astronomiye farklı alanlardaki tahsiliyle oluşan zihin dünyasıyla çağının ötesine hitap edebilen Fahreddin Râzî’nin kabrinin Herat’ta olmasına rağmen Köhne Urgenç’teki makamının daha meşhur ve maruf olması, bu toprakların aklî ve naklî ilimlere olan teveccühünü ve kabulünü göstermesi bakımından bir hayli önemlidir. Hem Yeseviyye’yi hem Hacegân’ı/Nakşbendiyye’yi mayalayan Yusuf Hemedânî ile Büyük Selçuklu Sultanı Sultan Sancar ata da Merv’in bağrında ebedî istirahattedir.

Büyük mutasavvıf ve mütefekkir Ebu’l Fazl Serahsî’nin memleketi Serahs, ihtiva ettiği Selçuklu dönemi eserleriyle Türk mimari sanatının özgün özelliklerinin, tarzının ve gelişiminin de hem sembolü hem de ekolü olmuştur. Türk mimari sanatının gelişimini ve dönemler arası geçişini en çarpıcı şekilde Serahs’ta görebilmek mümkündür.

 

Türkmenistan’daki yer adları daha detaylı incelendiğinde, bunların Türk diliyle, kültürüyle, tarihiyle, sosyolojisiyle ve düşünce dünyasıyla ilgililerine dair önemli bilgilere ve bu bilgiler ışında âbidevî bir tarihi arka plana ulaşmak mümkündür.

İlmin, irfanın ve sanatın her daim hamisi ve yeşerdiği Türkmenistan toprakları ve bu toprakların tarihinde mihenk taşı olmuş şahsiyetler, uzmanları tarafından muhakkak derinlemesine ele alınacaktır. Böylesi değerlendirmelere layık bir diğer isim de yalnızca Türkmen kardeşlerimizin değil Türk dünyasının büyük şairi, edibi Mahtumkulu Firakî’dir.

18.yüzyılda yaşamış olan Mahtumkulu; Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan, Irak, Kazakistan, İran ve Anadolu’da bulunarak devrin Türk dünyasının tam anlamıyla his ve düşüncesine nüfuz etmiş, nabzını tutmuştur. Kendisi Harezmî, Farabi, Birûnî, İbn Sinâ, Sâdî, Kaşgarlı Mahmud, Ömer Hayyam, Nevâî gibi Türkistanlı ve İranlı sanat erbabının yanında Mevlânâ, Hacı Bektâş-ı Velî, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve Nizâmî gibi Anadolu ve çevresindeki gönül ve düşünce dünyasının mütercimlerinden ve onların eserlerinden haberdardır.

İşte bu durum Mahtumkulu’nu ve divanını farklı ve zengin kılmaktadır. Mahtumkulu Firakî’nin henüz 18.yüzyılda tüm Türk dünyasından beslenmiş bu değerli ve özgün divanını, çok kıymetli bilim insanlarımızın katkı ve emekleriyle 2014’te TİKA olarak saygın eserler dizisi içerisinde yayınlamıştık.    

Vakit, Yeni Şeyler Söylemenin Vaktidir

Mert yiğit olsun kardeşin,

Olmazsa, hiç kalkmaz başın,

Ayıp bulup, bil, sırdaşın,

İllere âyân eyledi.

                  Mahtumkulu

Sovyet idaresinden sonra farklı Türk devletlerinin ortaya çıktığı Türkmenistan, adıyla da müsemma olarak bir Oğuz/Türkmen vatanı olarak günümüze kadar siyasi, sosyolojik, ve tarihi varlığını sürdürmüştür. Bağımsızlığın kazanıldığı 1991’den bugüne kadar geçen süre, Sovyet sonrası dönem, her kardeş ülkemizin özelinde ayrı bir yol hikâyesi şeklinde devam etmektedir. Gidilen yolda hikâyeler, yol kazaları, inişler çıkışlar vb farklı olsa da asıl ve müşterek olan bir husus var: O da, uluslararası siyaset ve ekonomi temelinde dünyanın yeniden şekillendiği bu ortamda, kendi beşeri sermayesini üretebilen ve bu sermayeye sahip çıkabilen, hukukun üstünlüğünü benimsemiş ülkelerin ve bilgi toplumlarının gelişme ve kalkınmada devamlılığı sağlayabilecekleri, varlıklarını da geleceğe taşıyabilecekleri gerçeğidir.

Bu bağlamda yapacağımız analizler, kardeşlik hukukunun bir gereği ve soydaşlığın getirdiği bir samimiyetin apaçık bir ifadesi şeklinde değerlendirilirse, meselelere en mütevazı şekilde katkı sağlayabiliriz diye düşünüyorum.

Günümüzde dünya siyaseti, keskin uluslararası rekabetler hatta çatışma alanları ve başlıkları, Orta Asya üzerinden Asya Pasifik’e kaydı ve burada şekillenmeye, gelişmeye hatta dönüşmeye başladı. Böyle bir dünya panoramasında, kritik önemi haiz yer altı ve yer üstü zenginliklere sahip Türk dünyasının, yaşanan bu küresel gelişmelerden nasıl etkileneceği şüphesiz ve tabii olarak odak noktamızı teşkil ediyor. Gün gelip aynı siyasi çizgide bulunmaları ihtimali bile ütopya olarak görülen devletler artık bir araya geliyorlar. Bu yeni ve olağanüstü ittifaklarla binlerce kilometre uzaklıktaki küresel aktörler, artık Türk dünyasının komşusu konumundalar.

Bunun yanında, Kırgızistan’ın Torugart geçidinden Kapıkule’ye kadar olan Türk dünyası ülkelerinin her biri, doğu-batı hattında uluslararası ticaretin, mal ve hizmet dolaşımının en önemli güzergâhını teşkil ediyorlar. Doğuda ve batıda bilhassa doğalgaz olmak üzere enerejinin her türlüsüne artan ihtiyaç, bu enerji kaynaklarına sahip kardeş ülkelerimizi teğet geçebilecek bir konu değildir.

Diğer yandan yalnızca karayolu taşımacılığı konusunda değil, doğu batı-güney-kuzey şeklinde yeni enerji nakil hatlarının oluşturulması, enerji pazarının önemli aktör ve müşterilerinin var olanlardan tam kapasiteyle istifade etme arzuları da göz önünde tutulmalıdır. 14 Aralık 2022’de Türkiye, Türkmenistan ve Azerbaycan Cumhurbaşkanlarının Aşkabat’taki zirvede ele aldıkları önemli konu başlıklarının başında, Azerbaycan ve Türkiye’nin ihtiyarındaki enerji nakil hatlarına eklemlenecek Türkmenistan doğalgazının bu sayede batıdaki pazarlara ulaştırılması gelmekteydi.

Bu cümleden, dünyanın 4.en büyük doğalgaz rezervine, hatırı sayılır bir petrol rezervine ve değerli madenlere sahip kardeş Türkmenistan için en güvenli ve verimli yol, zaman kaybetmeden nitelikli ve milli bir beşeri sermayenin oluşturulmasıdır. Böyle bir insan kaynağı, geçmişine ve bugününe ortak olduğu Türkmenistan’ın, hiç şüphe yok ki istikbali için gerekecek külfetine de yürekten ortak olacaktır.  

Sanayi devriminden bu yana devletlerin niteliklerinde ve yönetim sistemlerinde pek çok değişim yaşanmıştır. Doğudan batıya insanlık tarihinin son 300 yılında yaşanan gelişmelerin sonuçlarına baktığımızda kalkınmanın temini, geleceğin güvence altına alınması için çağın gereklerine ve mevcut ihtiyaçlara uygun eğitim sistemiyle nitelikli bir insan gücünün oluşturulması, bu kaynağın ve tüm nüfusun da nimette ve külfette ortak edilmesinin, en gerçekçi yararlı ve güvenli seçenek olduğu apaçık bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu nitelikli ve milli insan gücü, ülke çıkarlarıyla kendi çıkarlarını, ülkenin geleceğiyle kendisinin geleceğini aynı ufuk çizgisinde görmeye başlamasıyla önceleri üstenci, biraz sonra te’dibkâr, devamında tehditkâr ve sonunda müdahaleci bir takım post-modern yöntemlere yol koyulmamış, imkan verilmemiş olacağı da bir diğer gerçekliktir.   

Türk Konseyi’nin, başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Türk dünyası liderlerinin gayretleriyle Türk Devletleri Teşkilatı’na(TDT) dönüşmüş olması fevkalade önemli ve büyük bir hadisedir. TDT, pek çok anlamda Türk dünyası için yeni güç alanları, modernleşme, öncelikli alanlarda eşgüdümlü kalkınma ve buna yönelik sağlam ve sürekli işbirliklerini tesis edebilme yeterliliğine ulaşmıştır. Her alanda gelişme ve kalkınmanın, demokrasinin kurumsallaşmasıyla ve kuvveden fiile dönüşmesiyle mümkün olduğu su götürmez bir gerçektir.

TDT’nin; kendi coğrafyasının siyasal ve sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik gerçeklikleriyle uyumlu, tüm üye ülkelerin uyum sağlayacağı, kısa ve orta vadeli demokratikleşmeyi ve evrensel hukuk sisteminin de ötesine geçebilmeyi amaçlayan, yeni, özgün ve tarihi bir dönüşümü hedefleyen bir müktesebat hazırlığı yapması, Türkmenistan’ın da bir parçası olduğu Türk dünyasında refahın, kalkınmanın ve demokrasinin yükselmesi ve geleceğimizin güvenliği açısından elzem ve büyük bir önemi haizdir.

Tüm Türk dünyası için gerçek ve elzem olduğu gibi bir o kadarda zorlu olacak bu projenin gerçekleşebilmesi de, TDT masasında kardeş Türkmenistan’ın gözlemci üyelikten asil üyeliğe geçmesiyle mümkün olacaktır. Bu durum; stratejik coğrafi konuma ve zengin ve kritik enerji kaynaklarına sahip kardeş Türkmenistan Cumhuriyeti gibi var olan potansiyelini, nitelikli ve ihtiyaca cevap verebilecek insan kaynağına ve yeni işbirliklerine ihtiyaç duymakta olan Türk dünyası paydaşlarının gelişimlerine ciddi bir katkı sağlayacaktır. Böylece Türk dünyasında farklı alanlarda var olan çok çeşitli potansiyel de aktif hale gelebilir, katma değere dönüşebilir. 

Sultan Alparslan’ın Mezarının Bulunması ve Türbesinin Yapılması Projesi

TİKA, kuruluş amacına da uygun olarak Türkmenistan’daki kalkınma işbirliği proje ve faaliyetlerine 1993’te başlamıştır. 2016’ya kadar tarımdan sağlığa, kamu yönetiminden medya ve iletişim alanına kadar pek çok sektörde Türkiye tecrübesini paylaşmanın yanında, dünya tecrübesinin de Türkmenistan’a transferi konusunda yoğun bir faaliyet programı gerçekleştirdi.  Bunlar arasında öne çıkan sektörlerden birisi de ortak tarihi kültür mirasının korunması ve ihyasıydı. Bu kapsamdaki projelerin en önemlilerinden birisi Sultan Alparslan’ın Mezarının Bulunması ve Türbesinin Yapılması Projesi idi. Her iki ülke cumhurbaşkanları önünde Mayıs 2013’te imzalanan proje protokolün akabinde bilimsel ve teknik çalışmalara başlanmıştı.

Uzmanlarca 5 etap olarak planlanan projenin ilk etabı olan jeofizik incelemeleri ve haritalandırma çalışmaları tamamlanmış, Sultan Alparslan ve dönemine ait mevcut bilgi ve belgelerin tartışıldığı, “Sultan Alparslan ve Merv: Tarihi Kaynaklar ve Araştırmalar” konulu uluslararası çalıştay Ankara'da düzenlenmiştir. Proje kapsamında 1.200 hektarlık alanda önerilen 5 bölgenin içindeki arkeolojik kazı çalışmalarına başlanmış, kazı çalışmaları sırasında elde edilen buluntuların konservasyonu yapılarak Türkmen envanterine kaydettirilmiştir.

Ancak, ikinci sezon kazı çalışmalarına 2015 yılında başlanılması planlanmış ancak kardeş Türkmenistan tarafınca gerekli resmi izinlerin zamanında sağlanamamasından dolayı kazı çalışmalarına başlanamamıştır. Ortak tarihimizin ve kültürümüzün en önemli parçalarından olan Sultan Alparslan’ın mezarı ve onun ihyasına ilişkin projenin, kardeşler arasında doğal ve kolay bir şekilde çözüme kavuşarak devam edeceğine inanıyoruz. TİKA, faaliyet alanına giren ülkelerde, muhatap ülkenin kalkınmada öncelikli hedefleri ve politikaları doğrultusunda oluşan taleplere istinaden çalışmaları planlar ve gerçekleştirir. TİKA’nın Türkmenistan’daki proje ve faaliyetlerinde 2016 yılından bu yana nicelik bazında bir azalma söz konusudur. TİKA’nın Türkmenistan’daki kalkınma işbirliği faaliyetlerinin tekrar eski düzeylere ulaşmasını arzu ettiğimizi, bu konuda hiçbir engel görmediğimizi özellikle belirtmek istiyorum.

 

Son olarak; uzun yıllardır başta Türk dünyasına yönelik olmak üzere dünyanın hemen her kıtasında faaliyet gösteren kurumlarda yöneticilik yapmış bir teknokrat olarak her zaman Türk dünyasının bir parçası olan kardeş devletlerin tıpkı mazileri gibi, atilerinin de ortak olduğuna inanarak çalıştık. TDT çatısı altında, tekmil edemeyeceğimiz hiçbir alan, çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur. Köklü tarihimiz ve kültürümüz, devletin ve milletin vazifeleri, ebediyyen güçlü ve bağımsız yaşamanın yol haritası bakımından son derece gerçekçi ve zengin tecrübeleri içermektedir. Tüm bunlara ilaveten de çağın ihtiyaçlarını ve gereklerini göz önüne almak, bu gerekleri karşılamak, zamanın ruhuna uygun istikameti belirlemek gerekiyor.

TDT üyesi ülkeler, yıllık toplam ticaretlerinin %3’ünü kendi aralarında gerçekleştirebiliyorlar. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir. Şüphesiz bulunduğumuz coğrafyaların, sahip olduğumuz jeopolitik özelliklerin gereklerini de göz ardı etmeden, başta ekonomi olmak üzere demokrasi ve hukukun geliştirilmesi gibi siyasi ve sosyal müşterek politikaları da geliştirebilmeli, hatta TDT bünyesinde ortak standartlar ve bu standartlara ulaşımın yol haritası niteliğinde bir müktesebatı hayata geçirmemiz, dünyada yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında tercihten ziyade zorunluluğa doğru bir evrilmeyi işaret etmektedir.